PHASELİS

Merhaba Phaselis! Likya’nın en güzide şehri merhaba!
Bugün, şimdiye kadar en çok merak ettiğim yere,
Phaselis’e gidiyoruz. İçimde beni mutlu etmek isteyen çocuksu
bir heyecan var. Bugün sevgili dostum Jasmine ile birlikte
efsaneler şehri Phaselis de umduğumuzu bulabilecek miyim,
bilmiyorum fakat amacımız; ilk kez göreceğimiz doğa ve
tarih harikası bu yeri tanımaktı.
Girişte belli bir ücret ödedikten sonra içeri giriyoruz.
Müze kartı olanlar bu tür ören yerlerine ücretsiz girebiliyor.
Yolun sol yamacında çam ağaçları orman kardeşliğini
yaşıyor gibiydi. İnsan korumasında yangınlardan uzak kalmış
ağaçların bazıları fırtına ve denizden gelen hortumlarla kırılmış
olsa da yamaçlarda toprağın tenine sıkı sıkı sarılmışlardı.
İnce yolda üç yüz metre ilerledikten sonra karşımıza
muhteşem bir manzara çıktı; Hemen sağ taraftaki sazlığın
karşısında su kanallarını taşıyan taş kemerler tarihsel dokusu
ile bize hoş geldiniz der gibiydi. Yaklaşık iki bin yıl öncesinin
bu taş yapıları acaba bize neler anlatacaktı, bunu çok merak
ediyordum.
Arabamızı park yerine park ettikten sonra Jasmine’nin
ilk cümlesi her zaman olduğu gibi;
“Harika !” oldu.
Jasmine, bir tarih ve doğa aşığı olduğu için bu görsellik
karşısında hayranlığını gizlemedi. Fotoğraf makinasına sarılıp
fotoğraflar çekmeye başlarken ben aynı heyecan ile;
“Jasmine acele etme.” dedim. “Buranın tadını çıkararak yavaş
yavaş gezelim.”
20
Kemer’i Gördüm Hayran Kaldım
Taştan kemerli su kanallarının sol tarafında küçük bir
liman gördük ve oraya doğru yürüdük.
“Aman Tanrım! Burası batık bir liman!” dedi Jasmine.
Liman depremlerle denize doğru kaymış olmalı ki kocaman
sur taşları pırıl pırıl berrak deniz suyunun dibinde
belli oluyordu. Bir zamanlar kıyıda yükselen sur taşları
olduğu gibi denizden bize bakıyordu. Ayakkabılarımızı çıkarıp
denize girdik. Amacımız bu tarihi kalıntıları daha
iyi görmekti. Küçük balıklar taşların arasında kıvrılarak
yüzüyor, bize bir şeyler anlatmak ister gibi bu tarihsel taş
yapıyı yüzgeçleriyle okşayıp gidiyorlardı. Kendimi devasa
bir akvaryumun içindeymiş gibi hissettim ve tişörtümün
ıslanmasına aldırmadan suyun içine oturdum. Jasmine de
benim gibi suyun içine oturmuş taşlar arasında dans eden
balıkları izliyordu.
“Jasmine” dedim. “Bir kitapta okumuştum, bu büyük
taşların altında B. İskender’in hazinesi var diyorlar.”
Jasmine güldü; “Zannetmem.” Dedi. “Söylenen her
rivayet gerçek değildir. Çünkü o zamanlar burası küçük bir
şehirmiş. Phaselis, Roma ve Bizans döneminde büyüyor ve
cazibeli bir ticaret merkezi oluyor. Sekizinci yüz yıldan sonra
ise bu değerini yavaş yavaş kaybediyor.”
Jasmine’nin tarihi araştırma bilgisi benden daha iyi olduğu
için söylediklerini kabul etmek zorundaydım. Ve öyle
de yaptım;
“Haklısın.” dedim. “Ben de biraz önyargı hakim fakat;
görünen o ki burada muhteşem bir medeniyet yaşamış. Ben
o medeniyetin içinde yaşamak isterdim, ya sen ?”
Jasmine o an; o meşhur nidasını bıraktı; “Ooof !” dedi
“Musti bana öyle şaka yapma ! Sen de biliyorsun ki o dönemleri
çok severim.”
Onun damarına bilerek basmıştım. Jasmine gerçekten
Likya medeniyetine hayrandı. Çünkü insanlar o dönemde
21
KEMİAD
bile özgürce düşünüp, özgürce tartışabiliyorlardı. Doğal
yaşam, doğal arkadaşlık ve doğal yardımlaşma hepsi o çağda
mevcuttu fakat, şimdi o insani değerlerin çoğunu kaybetmiştik.
Denizdeki küçük balıkları bir süre daha izledikten
sonra denizden çıktık ve insanların hep birlikte yaptığı su
kemerlerini incelemeye koyulduk. Bu kocaman taşları birkaç
kişi kaldırıp yerine koyamazdı. Burada yapılan her şey bir
ekip işi, yardımlaşmanın sonucuydu. İşte o duygu beni de bu
medeniyete hayran bırakmıştı. O an aklıma Makedonyalı B.
İskender’in Phaselis’e gelişi geldi. O gün muhteşem bir gün
olsa gerek; kadırgalı gemilerin limana yanaşması ve “Vira
İskender ! Vira İmparator !” nidaları kulağımda çınlar gibiydi.
“Jasmine” dedim. “Sen biliyor musun B.İskender’in Phaselisli
bir kıza aşık olduğunu?”
“Hayır” dedi Jasmine.
“Bir kitapta okumuştum; İskender, Henna adında
Phaselis’li bir kıza aşık olmuş.”
“Nasıl yani ?”
“Bayağı aşık olmuş. Birbirlerini öyle çok sevmişler ki
İskender genç yaşta Babil’de ölürken bile Henna’nın ismini
sayıklıyormuş.”
Jasmine şaşkın şaşkın bana bakar iken ben onu daha çok
merakta bırakmak için;
“Henna’nın mezarı yamaçlarda olduğu söyleniyor. Ben
buraya ilk defa geldiğim için bilmiyorum fakat sonra gider
bakarız” deyince Jasmine heyecanlandı;
“Evet bakalım” dedi. “Belki onun mezarı buluruz.”
Taş kemerlerin üstüne çıkma olanağımız olmadığı için
değişik yönlerden resimlerini çektik. Sonra da meydan kenarında
ki büfeden birer şişe suyu alıp ana caddeye doğru
yürüdük. Cadde çok geniş ve görünen o ki denize kadar
uzanıyordu.
22
Kemer’i Gördüm Hayran Kaldım
Karşımıza Romalılar döneminde yapılmış olan el işçiliği
mermer sütunlar çıktı.
Caddenin sağ ve solunda ağaçların altında tarihsel yıkıntılar
vardı. Duvarlarda ki yazıları okuduğumuzda buranın
aynı zamanda senenin bazı günleri panayır yeri olarak kullanıldığını
öğrendik. Kuzeydeki limana kadar uzayıp giden
bu cadde panayır için ideal bir yerdi. Phaselis’in korsan
gemilerine uygun bir liman olduğu için ticaretin revaçta
olduğunu düşündüm. Caddenin sol ve bilhassa sağdaki agora
bu ticaretin yapıldığı yerlerdi.
Agoranın hemen yan tarafındaki hamamlar ise gelen
misafirler için tartışılmaz bir mükafat olsa gerek. Alttan ısıtmalı
bu hamamlar Phaselis halkı ve gelen misafirler için çok
değerli olmalıydı.
Jasmine’ye; “Hamam sence nasıl?” diye sordum.
“Mükemmel!” dedi. “Fazla geniş olmasa bile aynı anda
en az on kişi yıkanabilir. Galiba alttan ısıtmalı. Çok güzel
yapmışlar ama benim en çok merak ettiğim şey su nereden
geliyordu ?”
Jasmine’ye orman tarafında ki su kanallarını gösterdim.
“Bu kanallar vasıtası ile geliyordu. Taşıyıcı bu kanalların
suyu ise Olympos (Tahtalı) Dağı eteklerinden hiç bozulmadan,
tertemiz gelirmiş.”
“Enteresan bir yaşam” dedi. Sonra da eliyle taş yapıları
okşayıp;
“O zamanlar dünyaya keşke burada gelseydim” deyip
gülümsedi ve devam etti;
“Araba yok, kalabalık yok ve en önemlisi insanı rahatsız
eden gürültü yok.”
“Evet” dedim. “Deniz ve gül kokusundan başka bir şey
yok.”
23
KEMİAD
“Gül mü?”
“Evet. Okuduğum belgelere göre o zamanlar burası
tamamen gül bahçeleriyle doluymuş. Halk, gül lavantası ve
gül yağı ihraç edermiş.”
“Çok ilginç” dedi Jasmine. “Ama burada şu an hiç gül
yok.”
“Maalesef! Phaselis gülleri ile çok meşhurmuş.”
“Güllerin olmamasına şimdi daha çok üzüldüm.”
“Ben de” dedim. “Ağaçların altında güller olsaydı burası
daha muhteşem olurdu.”
Jasmine;
“Belki sonradan çıkan yangınlar yok etmiştir” dedi.
Aynı fikirde değildim. Birkaç yıl yangının etkisi olabilirdi
fakat ya sonra? Bunda başka bir neden vardır diye düşündüm.
Gül yağının yerini alan başka bir şey ama ne? Sorunun cevabını
bulamamıştım.
Jasmine, antik tiyatroya doğru yürürken ben sorunun
cevabını bulmaya çalışıyordum.
Tiyatronun sonradan yapılmış ahşap merdivenleri yapay
gibi görünse de en azından onu ziyarete gelen misafirlere
karşı görevini yapıyordu. Tiyatronun taş kapısından içeri
girdiğimiz an muhteşem bir yapı bizi karşıladı. Likya döneminde
yapılmış ve sonradan Roma ve Bizans döneminde
genişletilip platform da yapılmıştı. Ben şimdiye kadar Aspendos
haricinde antik bir tiyatro görmemiştim. Burası küçük
olmasına rağmen hemen deniz kıyısındaki yamaca yapılmış
ve yönü Olympos Dağı’na bakıyordu. Olympos Tanrılarına
saygının ifadesi olmalıydı; O an irkildim.
“Jasmine” dedim “Tiyatronun kapısı Olympos Dağı tarafına
bakıyor.”


24
Kemer’i Gördüm Hayran Kaldım
Jasmine ne demek istediğimi hemen anlamıştı fakat emin
olmak için kapının taş basamağına çıkıp baktı;
“Evet, aynen söylediğin gibi” dedi. Jasmine’nin gözlerinde
bir korku belirtisi görünüp silindi.
Olympos Tanrılarına karşı saygıda kusur etmeyen
Phaselisliler kapılarını Olympos Dağı (Tahtalı) doruklarındakiler
görsün diye ardına kadar açmıştı. Bunun böyle
olması gerektiğini anladığım an yüzümde bir gülümseme
belirdi; çünkü tespitlerimiz doğru çıkıyordu; yani Phaselis
halkı Olympos Tanrılarından korkuyorlardı ve onlara saygılarını
göstermek için yüzlerini o yöne çevirmişlerdi.
Tiyatronun taş merdivenlerini yavaş adımlarla çıkarken
aklımdaki sorular beynimi tırmalıyordu; Tanrılar ve insanlar
bir birine hem yakın hem de uzaktılar. Korku insanın içinde
vardı ve onlarda Olymposlulara yüz yıllarca boyun eğmişti.
Jasmine, yanıma gelip taş basamaklara oturdu ve platform
tarafını eliyle gösterirken;


“Musti” dedi. “Şu güzelliğe bakar mısın? Ormanın
göbeğinde bir tiyatro var ve insanlar meselelerini burada
tartışıyor ve burada birlikte karar alıyorlardı. Düşünebiliyor
musun bundan iki bin yıl önce demokrasi ne haldeymiş? Şu
an bizden çok ileridelermiş. İşte bunu çok kıskandım ve çok
utandım.”
Jasmine’nin sözlerine acı acı gülümsedim. Değerli arkadaşım
bu konuda çok haklıydı fakat şimdi bunu tartışacak
zaman değildi çünkü tiyatro da bizden başka sekiz on kişilik
bir turist gurubu daha vardı. Lafı değiştirdim; sahne tarafını
gösterir iken Jasmine’ye;
“Gözlerini kapat ve beni dinle!” dedim.
Jasmine önce ne demek istediğimi anlamadı, sonra gözlerini
kapattı. Ben; “Gece hava çoktan kararmış. İki bin yıl
öncesine gidiyoruz. Yüz, yüz elli kişi taş basamaklara oturmuş

Yorumlar

  • Henüz yorum yok.
  • Yorum eklemek ister misin?